AKP’nin 1 Kasım seçimleri öncesi vaatlerinden biri de asgari ücretin 1300 TL’ye çıkartılmasıydı. Şimdi aldığı oy oranıyla tek başına hükümet kuran AKP’nin vaatlerini gerçekleştirmesi işçiler tarafından bekleniyor. Sosyal hoşnutsuzluğu oy kapısı olarak gören AKP hükümeti, asgari ücret vaadini hayata geçirmek için zorlanacağa benziyor. Çünkü bir yandan mağdur edebiyatı yapan sermaye cephesi yükü devlete yüklemeye çalışırken, sermayenin devleti de orta yolu bulma çabasında.
Peki, asgari ücret 1300 TL olunca ne değişir?
Fabrikalarda sömürü çarkları arasında ömür tüketen işçiler sermaye için makine parçasından farksızdır. İşgücünü satan işçinin bir değeri vardır. İşgücünün parayla ifadesi ücret anlamına geliyor. İşçinin ücreti de diğer mallar gibi ölçülür. İşçinin işgücü dışında satacak bir malı yoktur. İş gücünü satamaz hale geldiğinde tekrardan iş gücünü satabilmesi için işçinin belli gereksinimleri vardır. Bunlar, beslenme, giyinme, barınma vb. Ayrıca çocuklarının ve eşinin geçimini sağlaması, barındırması, giyindirmesi gerekmektedir.
Burjuva yasalarına göre işçilere bir ay boyunca çalışması karşılığı olarak ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım, kültür vb. gereksinimlerini günün fiyatları üzerinden en az düzeyde karşılamaya yetecek ücrete”asgari ücret” denir.
Hal böyleyken, 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 1379 TL ve yoksulluk sınırı 4472 TL olduğu günümüzde asgari ücretin 1000 TL’den 1300 TL’ye çıkması işçinin hiçbir yaşam koşulunu iyileştirmeyecektir.
Asgari ücretin 1300 TL olması tartışmalarının başlamasıyla sermaye cephesi mağdur edebiyatı yapmaya başlamıştır. Çünkü dizginsiz büyümelerinin önüne geçebilecek hiçbir engel istemeyen burjuvazi olası bir asgari ücret zammında çeşitli önlemler alacaklarını ifade ediyorlar.
Sermayedarlar, işçilere layık görünen “yaşanacak durumda olmayan evlerde dâhil” ev kiraları 500–800 TL olduğu günümüzde komik rakam olan 1300 TL’yi bile işçilere verirken elleri titremektedir. Kazandıkları yetmezmiş gibi sermayedarlar, yeni sosyal yıkım saldırılarını gündeme getirdiler. Kıdem Tazminatının gaspı, bölgesel asgari ücret, istihdam büroları, esnek üretim gibi saldırı paketlerinin bir an önce yasalaşmasını istiyorlar.
Ayrıca patronlar, zarar ettiklerini ifade edecek, işten çıkartmaları gündeme getirecekler. Özellikle yabancı sermayenin ülkenin artık kar getirmediğini söyleyerek başka ülkelere gitme tehditleri söz konusu olacak. Vergilerde artış olacak ve işsizlik fonu da dâhil birçok fon patronlar için yağmalanmaya açılacak.
Asıl en önemlisi tüketim mallarına gelecek zamlar oluşturuyor. İşçiye yapılan zamla karlarından zarar etmek istemeyen patronlar, üretilen ürüne zam yaparak dolaylı olarak masraflarını yine işçinin cebinden çıkaracaklar. Bundan dolayı beslenme, giyim, ulaşım ve barınma gibi temel ihtiyaçlara fahiş fiyatlara varan zamlar yapılacak. Örneklersek; “ekmek” işçiler için temel besin maddesidir. UNO fabrikası ise ekmek üretiminde Türkiye’nin sayılı tekellerindendir. İşçisine yapmak zorunda kalacağı %30 zamdan dolayı oluşacak maliyeti yine sattığı ekmeğe zam yaparak çıkaracaktır. Gıda sektöründe tekel olan UNO’nun yapacağı zammı bütün ekmek üreticileri takip edecektir. Bu durum birçok üründe aynen tekrar edecektir. Biz işçilere yapılan zam yine bizlerden dolaylı yoldan geri patronların cebine gidecektir.
Sadece kendi karını düşünen patronlar, hiçbir zaman işçinin yaşam kalitesini yükseltmek için çaba sarf etmez. O ancak daha az ücretle katmerli sömürü peşindedir. İşçi sınıfını dizginsiz sömüren patronlar işçilere kaşıkla verdiğini kepçeyle geri alacaktır. Kapitalist sistemde devlet, sermayenin devleti olduğuna göre işçi ve emekçileri kandırarak devletin bütün imkânlarını patronlara açar. Hal böyleyken artı değer sömürüsünün olduğu günümüzde biz işçi ve emekçilerin nefes alabilmesi için bile mücadele etmesi gerekir.
Patronların mağduriyet edebiyatlarına, sermaye devletin ikiyüzlülüğüne karşı; İnsanca yaşayabilecek vergiden muaf asgari ücret için mücadeleyi yükseltelim!